kuzbağı kasabası
  Ana Sayfa 1
 
İYİ GÜNLER ARKADAŞLAR KUZBAĞI KASABAMIZIN BAŞKA TÜRLÜ ANLATIMIYLA TARİHÇESİNİ BİLEN ARKADAŞLAR SİTEYE MESAJ BIRAKIRLARSA HERKES TARAFINDAN OKUNACAĞINA EMİN OLABİLİRSİNİZ Kuzbağı Kasabası tokat reşadiye Kuzbağı Beldesi Türklerin Anadoluya girmesinden sonra kurulan Danişmentliler zamanında Türmen ve Avşar boylarının Niksar-Reşadiye çevresine yerleşmesi sırasında Delice çayı kenarına kurulan bir yerleşim yeridir. Sırayla Danişmentliler,Selçuklular ve Osmanlı devleti sınırları içersinde kalmıştır. Osmanlılar zamanında Erzurum eyaletine bağlı Şebinkarahisar sancağının bir köyüdür. Belde olarak ele alırsak komşu Akdoğmuş,Doğantepe.Nebişeyh köylerine uzanan cizgiden Güneydoğu Bölgesi Amasya Eyaletine bağlı Kuzey ve Doğu kısmı ise Erzuruma bağlıdır Not : Belgeler camii Vakfiyeleri ,Köy hudutnameleri ve salma kayıtları bulunmaktadır. Eski kayıtlardaki ismi Kozbağıdır ( Ceviz bağı ) 1840 yılı sonrası ismi Kuzbağı 8 Kezeyde bağ ) olarak geçmektedir.8 İskefsir içesine sonradan bağlanmıştır. ) Kuzbağılı olan Ömer Paşa 1731 Yanıkkale kuşatmasında yeniçeri ağası olarak İsmi geçen Ömer Paşa dır. Ömer Paşanın mezarı Kuzbağında bulunmaktadır.Kurmuş olduğu Vakıfta Belde Hudutları dahi belirtilmiştir. 1832-1900 Müşir Gazi Osman Paşa Doğum Yeri: Tokat Ölüm Yeri: İstanbul Bağlılığı: Osmanlı İmparatorluğu Rütbesi: Osmanlı: Müşir Kumanda ettiği: Plevne Şehri Ordusu Savaş/Çatışma: Plevne Savunması Osman Nuri Paşa (d. 1832, Tokat - ö. 1900), Gazi Osman Paşa olarak bilinir. 93 Harbi'nde 145 günlük Plevne Savunmasını komuta ettikten sonra Rusya İmparatorluğu'na teslim olan, ancak müdafaa hattı stratejileriyle esir bulunduğu dönemde Rus çarından bile saygı görmüş[kaynak belirtilmeli], dönemin tüm komutanları tarafından örnek alınan[kaynak belirtilmeli] Osmanlı Ordusu'nun komutanıdır. 1832'de, Tokat'ta, Yağcıoğulları ailesinin bir bireyi olarak dünyaya geldi. Beşiktaş’taki Askerî Rüşdiyede ve Kuleli Askerî İdâdîsinde (lisesinde) okudu. Harbiye’yi yirmi yaşında ikincilikle bitirdi. Harp Akademisine girdi. Kırım Savaşı'nın çıkması üzerine Tuna cephesine gönderildi. Burada dört yıl kalarak, teğmenliğe yükseldi. Savaşın sonunda ise yüzbaşı oldu. Genelkurmay Başkanlığı'nda çalıştıgı zamanlarda Osmanlı Devleti'nin nüfus sayımı ile kadastro usulünde haritasının çizilmesi kararlaştırıldıgından, Bursa ilinden başlanması üzerine bu göreve askeri temsilci olarak tayin edildi. 1861'da Teselya’da, Yenişehir’de ve Cebel-i Lübnan’da görev aldı. Girit isyanları nın başlaması üzerine Girit’e tayin edildi. 1866’da Girit'teki çalışmalarından dolayı Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa'nın takdirini kazanarak Miralay (albay) oldu. Yemen’e gönderildi. Arkasından Paşa rütbesiyle Rumeli’de bulunan Beşinci Ordu Manastır Fırka (tümen) Kumandanlığına tayin edildi (1875). Buradaki çalışmalarından dolayı birinci ferik (korgeneral) oldu. 27 Haziran 1876 yılında Sırbistan'ın, Osmanlı Devleti'ne ultimatom vermesi sebebiyle, Osman Paşa Vidin komutanlığına getirildi. Sırp İsyanları başlayınca emrindeki birliklerle İzver tepelerini ve Zayçar kasabasını zaptetti ve bu nedenle Sırp ordusu çekilmek zorunda kaldı. Osman Paşa'nın hedefi Belgrad'ı almaktı ancak Serasker den izin verilmedi, zira şartlar uygun değildi. Sırp ordusunu yendi ve müşir (mareşal) oldu (1876). Osman Paşa'yı tanıtan, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'ndaki Plevne Savunması'dır. 5 Nisan 1900'de 68 yaşında öldü. Türbesini, onu çok seven ve saygı duyan Sultan II. Abdülhamit yaptırmıştır. Fatih Camii avlusuna gömülmüştür. Adına marş yazıldı; Tuna nehri akmam diyor etrafımı yıkmam diyor şanı büyük osman paşa plevneden çıkmam diyor TOKAT LI GAZİ OSMAN PAŞA FİLMİ osmanlı tarihi seydibeşir katliamı osmanlı tarihi krizol katliamı MUSTAFA KEMAL ATATÜRKÜN AMERİKAYA KONUŞMASI ÇANAKKALE ŞEHİTLERINE Su Boğaz harbi nedir? Var mi ki dünyâda esi? En kesîf orduların yükleniyor dördü besi, -Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya- Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya. Ne hayâsızca tehassüd ki ufuklar kapalı! Nerde _ gösterdiği vahşetle <> Dedirir - yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi! Eski Dünyâ, bütün akvâm-i beser, Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer. Yedi iklîmi cihânın duruyor karsın da, Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada! Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk; Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk. Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ... Hani, tâ'ûna da züldür bu rezîl istîlâ! Ah o yirminci asir yok mu, o mahlûk-i asîl, Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyla, sefil, Kustu Mehmedçiğin aylarca durup karşısına; Döktü karnındaki esrârım hayâsızcasına. Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz... Medeniyyet denilen kahpe, hakîkat, yüzsüz. Sonra mel'undaki tarîbe müvekkel esbâb, Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb. Öteden sâikalar parçalıyor âfâki; Beriden zelzeleler kaldırıyor a' mâki; Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; Sönüyor göğsün üstünde o aslan neferin. Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam, Atılan her lâgamin yaktığı: Yüzlerce adam. Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaaz-i beser.. Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak, Boşanır sırtlara, vâdilere, sağnak. Saçıyor zırha bürünmüşde o nâmerteller, Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller. Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere, Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre. Top tüfekten daha sik, gülle yağan mermîler... Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler! Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; Alınır kal' a mi göğsündeki kat kat îman? Hangi kuvvet onu, hâsâ, edecek kahrına râm? Çünkü te' sîs-i Ilâhî o metîn istihkâm. Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler, Beserin azmini tevkif edemez sun-i beser; Bu göğüslerse Hudâ'nin ebedi serhaddi; « O benim sun-i bedi'im, onu çiğnetme» dedi Âsımın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek: İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek. Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taslar... O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez baslar, Vurulup temiz alnından, uzanmış yatıyor, Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor! Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker! Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer. Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd'i... Bedr'in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi. Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın "Gömelim gel seni tarihe" desem sığmazsın Hercü merc ettiğin edvara da yetmez o kitap... Seni ancak ebediyyetler eder istiab. « Bu, tasındır» diyerek Kâbe'yi diksem basına; Rûhumun vahyini duysam da geçirsem tasına; Sonra gök kubbeyi alsam da, rîda namiyle, Kanayan lâhdine çeksem bütün ecramiyle, Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan; Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına, Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına, Türbedarın gibi tâ fecre kadar bekletsem ; Gündüzün fecr ile âvîzeni lebriz etsem; Tüllenen mağribi, aksamları sarsam yarana... Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana. Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini, Şarkın en sevgili sultâni Selâhaddin`i, Kılıç Aslan gibi iclaline ettin hayran... Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran, O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın; Sen ki, rûhunla beraber gezer ecramı adın; Sen ki, a`sara gömülsen taşacaksın...Heyhât, Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu, cihat... Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber, Sana agûşunu açmış duruyor peygamber. Mehmet Âkif ERSOY
View Larger Map ARA center>
HOS GELDINIZ
 
  Bugün 66 ziyaretçikişi burdaydı! nice insanlar gördüm üzerinde elbisesi yok. nice elbiseler gördüm içinde insan yok..  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol